Ana içeriğe atla

Şeytan Ve Nefis


Tasavvuf dilinde nefsin açlıkla terbiyesine Riyazet denir. Nefsini lezzetli yemeklerle şımartan ve onu azılı bir at haline getirenlerin manen perişan halleri, bu nevî riyazetin önemini göstermeye yeterlidir. Riyazet ve benzeri nefisle mücadele yollarını, Mevlâna şöyle değerlendirir: Bir evin temelini atacakları vakit, evvelki binayı yıkarlar. Yerin dibinden başlangıçta çamur çıkarırlar (yani kuyu kazarlar. Fakat sonunda oradan tatlı suya ulaşırlar. Bir hamal, ağır yük altında koşup gider. Hatta o ağır yükü başkalarının elinden kapar. (15) Hükümdar kaleyi tahrip ederek kafirden alır. Sonra onu tamir ederek, yüzlerce burç ve sed ilave eder. (16) Bütün bu misaller, nefisle mücadelenin hikmetini ve neticesini göstermektedir. Ham nohutun pişmesi için, kaynar suya atılması lazımdır. (17) Zaten, Cenab-ı Hak, nefisle mücadele etmemiz için, bizi devamlı bir halden başka hale çevirmekte, bela ve musibetlerle denemektedir. ALLAH’ın rahmeti gadabını ve kahrını geçmiştir. Ondan dolayı, bir kimseyi belalara uğratması rahmetindendir. (18) Zahmetlerde rahmet vardır meşhur bir sözdür. Nefisle yapılan mücadele zahmetinde de elbette büyük rahmetler olacaktır. Mesela, Ekin eken kimsenin vakıa ambarı boşalır, ama tarlası iyileşir. Tohumu ambarda saklayıp stok edenin ise, buğdayını hadisat bitkileriyle fareler yer. (19) İnsan, nefsi ve cibillliyeti itibariyle peşin lezzetlere mübteladır. Onlar, dünya hayatını ahirete tercîh ederler (İbrahim suresi, 3) ayetinin ifade ettiği gibi, varsa da yoksa da dünya der. Bu, kırılmaya mahkum cam şişelerini, baki elmaslara tercîh etmek (20) gibi bir divaneliktir. Mevlâna, insanın bu gafletini şöyle belirtir: Çocuk gibi her an elindeki inciyi satıp, yerine ceviz almaktasın. (21) Şu temsil de, aynı mânâyı takviye eder: Horozun biri çöplükte eşinirken bir inci bulmuş. Keşke buna bedel bir arpa tanesi bulsaydım demiş. (22) İnsanoğlu, bir yandan sevap kazanırken, diğer yandan da günahlara dalar. Mevlâna şöyle der: Fare, ambarımızı delmiş. Onun hîlesinden ambarımız harab olmuştur. Ey can! Evvela, farenin defi çaresine bak, sonra buğday toplamaya çalış. (23) Yani, günahlardan uzak kalmak, sevabı işlemekten önce gelir. Özellikle, günahların her tarafı istila ettiği günümüzde, bu daha da önem kazanmaktadır. Kıyamet kopup hesap zamanı geldiğinde, kimin ne yaptığı ortaya çıkacaktır. O gün, günahtan kaçınanlar sevinecekler, günahlara dalanlar ise kıvranacaklar. Mevlâna bunu şöyle anlatır: Dünyadaki halimiz, denize inci niyetiyle dalan dalgıçlara benzer. Herbiri cevher ve inci ümidiyle eline ne geçerse torbasına doldurur. Dışarı çıktıklarında kimin inci, kimin boncuk veya taş topladığı ortaya çıkar. İşte, mahşer günü buna benzer. (24) Cenab-ı Hak, o günü şöyle anlatır: O gün herkes, iyilik ve kötülükten yaptığı herşeyi karşısında hazır bulur. (Âl-i İmran suresi, 30) 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Elhamdülillah Alâ Külli Hal

" Elhamdülillah Alâ Külli Hal - Her Halimiz İçin Allah'a Hamdolsun" SEN'den gelene, gelmeyene; Ne şekilde belirlemişsen kaderime, bu oyundaki biçtiğin rolüme, yürekten kocaman bir EYVALLAH ! .. Hz.Mevlana (ks)  

Kıymet Bilene

"Sevdiğin şeylerin sorumluluğunu almazsan, onları kaybedersin..."  Üstün Dökmen

Hubb-ı câh nedir?

Hubb-ı câh, şeytanın kalbe bulaştırdığı bu yedi hastalığın en masum görüneni, en sinsi ve hızlı büyüyeni, bu nedenle de galiba en tehlikelisi. Kabaca “makam sevgisi” diye çevrilen hubb-ı câh’taki “câh”, aslında “dünyevî menfaat, üstünlük ve itibar, insanların teveccühüne mahzar olmayı sağlayan şey” demektir. Böyle bir itibar genellikle idari, siyasi, ilmi bakımdan yüksek bir mevkide bulunmakla kazanıldığından, câh, zamanla “mevki, makam, rütbe” anlamına kullanılır olmuştur. Nitekim bazı kaynaklarda hubb-ı câh yerine, “yönetme, baş olma, liderlik tutkusu” anlamına gelen “hubb-ı riyâset” tabiri tercih edilir. Bu tabirlerdeki “hubb” kelimesiyle de “bir şeye ölçüyü kaçıracak tarzda ihtirasla yönelme”nin kastedildiğini söyleyip hubb-ı câh’ı şöyle tanımlayalım: Sırf insanlar nazarında itibar kazanmak, uhrevî olmayan menfaatler elde etmek için bir mevki ya da makama gelmeyi istemek, bunun için her yolu mübah görmek. Hubb-ı câh, “zühd” dediğimiz, “insanı Allah Tealâ ile meşgul olmak...