Ana içeriğe atla

Nefs Terbiyesi

Kendimizi yani nefsimizi terbiye etmezsek, Allah korusun, yolumuz cehenneme çıkabilir. Bu yüzden vakit kaybetmeden nefsin terbiyesi için çaba göstermek gerekir. Bunun en büyük, en etkili adımı da kâmil bir mürşidin elinden tutmaktır. Allah Tealâ’nın izniyle kâmil mürşidin yardımı, himmeti nefsimizin ayartıcılığına karşı koyup kurtulmamıza vesile olur. Terbiye olmamış benliğimizin yani nefsimizin başımıza sardığı türlü belalar var. Bunlardan biri dünyalık emelleri yakın, eceli uzak göstermesidir, Sürekli dünyalık menfaatler, hazlar için hayal kurup, onları elde edeceği ümidiyle insanı oyalar. Param pulum, evim arabam, makam mevkim, itibarım olsun diye ister durur. Sanki dünya sonu olmayan bir yermiş gibi daima bunlara dair planlar yapmakla günlerini geçirir. Bahanesi de vardır. “Dünya için bunlar da şart!” diye diye, peşinden kovalamakta olan ecelinin ciddiyetini kavrayamaz, ahiret hesabını idrak edemez. Bu halin tedavisi için insan kendisini içtenlikle tövbe etmeye zorlamalı, Allah’tan korkmalı, salih amellerle, zikrullahla vaktini değerlendirmelidir. Her şeyden önce nefsini küçük görmelidir, insan kendisine zarar verene kıymet vermez. İsterse en yakını olsun.. Kişi nefsini böyle görmelidir, Nefis baştan atılacak bir şey değil. Israrla zarar da veriyor. Öyleyse ıslahı için çalışılmalıdır. Bu çabanın bir yerinden itibaren o da tatmin bulacak, insan rahat edecektir. Nefs Terbiyesi Nefsin en açık kusurlarından biri de başkalarının hatalarını bulup onlarla uğraşmaktır. Onun bu haline mutlaka karşı çıkıp, “Senden kusurlusu yok!” demelidir. Gerçekten de öyledir, herkesin kendi nefsi kendisi için en kusurlu, en zararlı mahluktur. Başkalarının ki değil, insanın kendi nefsi başına beladır. Onun bize yaptığı kötülükleri başka kimse yapamaz. Allah Rasulü s.a.v. Efendimiz buyurmuştur ki: “Kim bir müslüman kardeşinin kusurunu örterse, Allah da onun kusurunu örter.” Bu büyük müjdeden nasipdar olmak için arifler başkalarının kusurlarını aramak yerine kendi nefisleriyle meşgul olmuşlardır. Allah Tealâ hazretleri de onların nefislerini temizlemiştir. Hallac-ı Mansur k.s. hazretlerinin oğlu anlatıyor: “Babamın idam edileceği günün gecesiydi. Ona dedim ki: – “Kıymetli babam, seninle son gecemdir, bana nasihat et.” Şöyle dedi: – “Nefsin seni bir meşguliyete düşürmeden sen onu ilahî meşguliyete sok. Eğer başıboş bırakırsan seni hayvaniyetin içine çeker.” Sonra da şöyle devam etti: – “Sen öyle bir şeyle ahirete hazırlık yap ki, onun bir zerresi bile insanların ve cinlerin amelinden üstündür.” -” Baba, o şey nedir” diye sordum. -“Allah Tealâ’yı bilmek ve sevmektir” dedi. Ebu Abdullah el-Hadremî hazretleri de nefsine sahip olmak için yirmi yıl dünya kelamı konuşmamış bir velidir. Kendisine ‘Tasavvuf nedir?” diye sorduklarında şu ayetle cevap vermiştir: -“Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde sadakat gösteren niceleri var…” (Ahzab, 23). O sadık erler, nefislerinin yönlendirmelerini dizginlerler. Kalp ve ruhları marifet ve muhabbet ister. Zikir ve Allah sohbeti onların gıdasıdır. Artık nefsimizin dizginlerini ele alma zamanıdır. Bu çok büyük, çok kıymetli, hiçbir bahaneye kulak asmadan ardına düşülecek bir iştir. 
Mehmet ILDIRAR (Mehmet Yarbay) 
Nefs Terbiyesi-Semerkand Dergisi 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Elhamdülillah Alâ Külli Hal

" Elhamdülillah Alâ Külli Hal - Her Halimiz İçin Allah'a Hamdolsun" SEN'den gelene, gelmeyene; Ne şekilde belirlemişsen kaderime, bu oyundaki biçtiğin rolüme, yürekten kocaman bir EYVALLAH ! .. Hz.Mevlana (ks)  

Kıymet Bilene

"Sevdiğin şeylerin sorumluluğunu almazsan, onları kaybedersin..."  Üstün Dökmen

Hubb-ı câh nedir?

Hubb-ı câh, şeytanın kalbe bulaştırdığı bu yedi hastalığın en masum görüneni, en sinsi ve hızlı büyüyeni, bu nedenle de galiba en tehlikelisi. Kabaca “makam sevgisi” diye çevrilen hubb-ı câh’taki “câh”, aslında “dünyevî menfaat, üstünlük ve itibar, insanların teveccühüne mahzar olmayı sağlayan şey” demektir. Böyle bir itibar genellikle idari, siyasi, ilmi bakımdan yüksek bir mevkide bulunmakla kazanıldığından, câh, zamanla “mevki, makam, rütbe” anlamına kullanılır olmuştur. Nitekim bazı kaynaklarda hubb-ı câh yerine, “yönetme, baş olma, liderlik tutkusu” anlamına gelen “hubb-ı riyâset” tabiri tercih edilir. Bu tabirlerdeki “hubb” kelimesiyle de “bir şeye ölçüyü kaçıracak tarzda ihtirasla yönelme”nin kastedildiğini söyleyip hubb-ı câh’ı şöyle tanımlayalım: Sırf insanlar nazarında itibar kazanmak, uhrevî olmayan menfaatler elde etmek için bir mevki ya da makama gelmeyi istemek, bunun için her yolu mübah görmek. Hubb-ı câh, “zühd” dediğimiz, “insanı Allah Tealâ ile meşgul olmak...