Ana içeriğe atla

Müslüman'ım demek başka,Müslümanca yaşamak başkadır..

Müslüman'ım demek başka, Müslümanca yaşamak başkadır!..
Bir gün yanıma bir genç geldi. Dedi ki: "Ağabey, biliyorsun askerliğimi yaptım ve bir işe girdim. Ben istedim ki hayatımı bir gayeye vereyim, onun peşinde koşayım.
Onun için üzülüp onun için sevineyim. Bu sebeple yerli yabancı pek çok kitap okudum. Gazeteleri takip ettim. Siyasetle uğraştım. Yine de aradığımı bulamadım. Şimdi elimde olmayan sebeplerle sinirleniyorum, yakınlarıma zarar veriyorum. Hatta bazen uyku hapı cinsinden müsekkinler alıp komaya girmişçesine yatıyorum."
Ona dedim ki: "Anladığım kadarıyla kendini bir gayeye verememişsin; çalışmaların da boşa gitmiş gibi... Nasıl bir gaye aradığını da bilmiyorum amma Müslüman'ın esas gayesi Allah rızasını kazanmaya çalışmaktır. En büyük gaye budur. Bu gaye yeryüzündeki bütün insanlara yeter; her insanı tek tek meşgul eder.
İnsan, hayatını meydana getiren unsurlarda Allah'ın emirlerini ve yasaklarını aramalıdır,o emirlere en iyi şekilde uymaya çalışmalıdır. Bunları yaparken cemiyete de tamamen yabancı düşmemelidir. Bugünün insanı yorulmadan maddi manevi kazanç sağlamaya çalışıyor. Halbuki bir gaye uğrunda terlemek, yorulmak hatta bazı hususlarda çile çekmek hayatın esasıdır; böylece insan hayatın tadını çıkarır."
O genç ile sohbet ederken aklıma bir ihtiyarla yaptığımız sohbet geldi. Romatizmalarından, vücut ağrılarından, geleceğe güveni olmadığından bahsetmişti. "İlaçlarla fazla meşgul olma. İnsanı gençleştirecek bir ilaç keşfedilmedi. Şayet dinç kalmak, hayattan lezzet almak istiyorsan vücudun tahammül etmese bile yine de çalışmak zorundasın." dedim.
İnsanlar, rahatlıktan rahatsız olmaya başladı. Şimdi suni dertler peşinde koşulmaya başlandı. Rahatlık zannettikleri o hayat kendileri için hastalık oldu.
Sandalye bulan, haline şükretmeyip koltuk takımı alamadığı için gözyaşı döküyor. Bir de iman zayıflığından dolayı istikbal endişesi belirmiş, herkes halinden şikayetçi. Şunu unutmamak lazımdır ki, suni dertlerle dertlenene, tabii dertler gelmeye başlar.
Barla Lahikası'nda, Bediüzzaman Hazretleri bir doktora yazdığı mektupta diyor ki: "Mevcudat içinde en kıymettar hayattır; ve vazifeler içinde en kıymettar, hayata hizmettir; hidemat-ı hayatiye içinde en kıymettarı hayat-ı faniyenin hayat-ı bakiyeye inkılap etmesi için sa'y etmektir."
Allah rızası için yaşanan bir ömür, hizmetin ta kendisidir. Ahirete, bir ömrün hesabını vermeye gidiyoruz, öyleyse kendimizi şimdiden hesaba çekelim... Çünkü çok zaman isimler ve sıfatlar insanı kurtarmaz. Önemli olan ameller ve hareketlerdir. Yani... Müslüman'ım demek başka, Müslümanca yaşamak başkadır!..
Hekimoğlu İsmail

Yorumlar

Paylaşım için ALLAH razı olsun çok teşekkür ederim rabbim hepimize müslümanca yaşamayı nasip etsin.
F.Zehra (2563) dedi ki…
Amin...Rabbim sizden de razı hoşnut olsun zahmet verip okuduğunuz için.Dua ve muhabbetle...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Elhamdülillah Alâ Külli Hal

" Elhamdülillah Alâ Külli Hal - Her Halimiz İçin Allah'a Hamdolsun" SEN'den gelene, gelmeyene; Ne şekilde belirlemişsen kaderime, bu oyundaki biçtiğin rolüme, yürekten kocaman bir EYVALLAH ! .. Hz.Mevlana (ks)  

Kıymet Bilene

"Sevdiğin şeylerin sorumluluğunu almazsan, onları kaybedersin..."  Üstün Dökmen

Hubb-ı câh nedir?

Hubb-ı câh, şeytanın kalbe bulaştırdığı bu yedi hastalığın en masum görüneni, en sinsi ve hızlı büyüyeni, bu nedenle de galiba en tehlikelisi. Kabaca “makam sevgisi” diye çevrilen hubb-ı câh’taki “câh”, aslında “dünyevî menfaat, üstünlük ve itibar, insanların teveccühüne mahzar olmayı sağlayan şey” demektir. Böyle bir itibar genellikle idari, siyasi, ilmi bakımdan yüksek bir mevkide bulunmakla kazanıldığından, câh, zamanla “mevki, makam, rütbe” anlamına kullanılır olmuştur. Nitekim bazı kaynaklarda hubb-ı câh yerine, “yönetme, baş olma, liderlik tutkusu” anlamına gelen “hubb-ı riyâset” tabiri tercih edilir. Bu tabirlerdeki “hubb” kelimesiyle de “bir şeye ölçüyü kaçıracak tarzda ihtirasla yönelme”nin kastedildiğini söyleyip hubb-ı câh’ı şöyle tanımlayalım: Sırf insanlar nazarında itibar kazanmak, uhrevî olmayan menfaatler elde etmek için bir mevki ya da makama gelmeyi istemek, bunun için her yolu mübah görmek. Hubb-ı câh, “zühd” dediğimiz, “insanı Allah Tealâ ile meşgul olmak...