Ana içeriğe atla

Zamanın Farkında Olmak: Üç Aylar


Zaman Nimeti
Efendimiz s.a.v. zamanın önemini belirtirken, “İnsanların en çok gaflet içinde olduğu nimet” (Buharî, Rikak, 1) ifadesini kullanmıştır. Bu hadis-i şerif bizlere zamanın ne büyük bir ihsan olduğunu hatırlatırken, kıymeti bilinmediğinde geri dönülmez şekilde heba olup gideceğini vurgulamaktadır.
Zamanın farkına olmak, onu ebedi hayat için sermaye yapmak tüm müminler için sorumluluktur. Ne var ki bazen bu sorumluluğumuzu unutup, dünya gailelerine ya da fani zevklere aldanıp vakitlerimizi heba edebiliyoruz. Bu halden kurtulmak, kendimize gelip özümüze dönmek için bir uyanışa, hatırlayışa, silkelenmeye ihtiyaç duyuyoruz. Bir fırsat ya da vesile bulup, yanlışlarımızdan dönmeyi, yüzümüzü ebediyet ufuklarına çevirmeyi arzuluyoruz.
İşte böyle bir başlangıç için Yüce Mevlâ bizlere bazı kutlu zamanlar bahşetmiştir. Kulluk şuurumuzu yeniden hatırlamak, Rabbimize yönelmek için özel ve seçilmiş vakitler…
Zamanı yaratan ve ona hükmeden Allah’a hamdolsun, bizleri yeniden bu kıymetli zamanlarla buluşturdu. Yeniden derlenme, toparlanma ve hayat bulma mevsimine yaklaşıyoruz; Üç Aylara…
Üç Aylara doğru
Üç Aylar müminler için ruhen, fikren ve bedenen bir tazelenme ve toparlanma dönemidir. Değeri büyüktür. Efendimiz s.a.v. Receb ayı girdiğinde şöyle dua etmiştir:
“Allahım! Receb ve Şaban’ı bizler için bereketli kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 259)
Rasulullah s.a.v.’in mübarek dualarıyla şereflenmiş olan Receb, Şaban ve Ramazan ayları, İslâm ümmetinin bir nebze olsun kendini bulduğu, manevi inşanın daha kuvvetlendiği mümtaz vakitlerdir. Bu aylarda ilahî rahmet ve feyz müminlerin gönüllerini huzura ve sükûna gark eder. Yediden yetmişe bütün müslümanları kuşatan, kucaklayan rahmet havası adeta bütün toplumu arındırır, tüm sene boyunca biriken günah tortularını silkeler, temizler.
Efendimiz s.a.v.’in şu ifadeleri, bu aylara verilen önemi vurgular:
“Receb Allah’ın ayıdır, Şaban benim ayımdır, Ramazan da ümmetimin ayıdır.”
Receb ayı ve Regâib kandili
Receb ayı, ay takviminin yedincisi, Üç Ayların ise başlangıcıdır. Bu yıl 25 Şubat'ta başlayacak olan bu mübarek ay “haram aylar” diye nitelenen aylardan biridir.
Efendimiz (s.a.v), Receb ayı ile ilgili şöyle buyurmuştur:
“Receb ayında Allah Tealâ’dan çok af dileyin. Çünkü Allah Tealâ’nın Receb ayının her vaktinde cehennemden azat ettiği kulları vardır. Cennette öyle köşkler vardır ki, onlara ancak Receb ayında oruç tutanlar girer.” (Deylemî)
“Allah Tealâ Receb ayında iyiliği kat kat eder. Bu ayda bir gün oruç tutan bir yıl oruç tutmuş gibi sevaba kavuşur. Yedi gün oruç tutana cehennem kapıları kapanır. Sekiz gün tutana cennetin sekiz kapısı açılır. On gün tutana Allah Tealâ istediğini verir. On beş gün oruç tutana bir seslenici; ‘Geçmiş günahların affedildi.’ der. Allah Tealâ Nuh a.s.’ı Receb ayında gemiye bindirdi. O da Receb ayını oruçlu geçirip yanındakilere oruç tutmalarını emretti.” (Taberanî)
Receb ayınında iki mübarek gece bulunmaktadır. Bunlardan biri Regâib, diğeri ise Miraç gecesidir. Regâib kandili 27 Şubat Perşembe gecesi, Miraç kandili ise 21 Mart Cumartesi gecesidir.
“Regâib” ihsanlar, ikramlar demektir. İbadet ve taatlerin, hayır ve hasenatların Allah katında kat kat ihsan ve ikramlarla karşılık bulduğu bu gece, müminler için Cuma ve kandil olması sebebiyle çifte bayramdır.
Efendimiz s.a.v. Regâib gecesi yapılan duaların geri çevrilmeyeceğini haber vermiştir. Dolayısıyla Üç Ayların bu ilk mübarek gecesinde yüce Mevlâ’dan af ve mağfiret dilenir, ihsan ve ikram beklenir. Bu gece ümidin, teveccühün ve beklentinin gecesidir.
Allah Tealâ’dan Üç Ayların bütün İslâm âlemine hayırlar getirmesini temenni ederiz. Cenab-ı Hakk’ın yeryüzüne indireceği bereket ve inayetinden nasiplenmeyi ümit ederiz.
Üç Aylarda
Üç Ayları bereketli geçirmek, manevi ikliminden nasipdar olabilmek için dikkat etmemiz gereken hususlar kısaca şunlardır:
• Namazlarımızı cemaat ile kılmaya özen göstermeliyiz.
• Kaza namazlarımız varsa bunları kılmalı, yoksa elimizden geldiğince nafile ibadetlere yönelmeliyiz.
• Sünnet olan oruçları tutmaya gayret etmeliyiz.
• Çok Kur’an okumalıyız. Mümkünse anlamaya çalışarak, tefekkür ederek…
• Kulluğumuzu gözden geçirerek, eksik ve hatalarımızı ele almalıyız. Alışkanlık haline getirdiğimiz günahlarımızdan yakamızı kurtarmak için fırsat bilmeliyiz.
• Üç Ayları günahlarımızın affı için fırsat bilip samimiyetle ve sık sık tövbe istiğfar etmeliyiz.
• Akrabalarımızla, komşu ve dostlarımızla yakınlığımızı artırmalıyız.
• Fakir ve fukara kimselere yardım elimizi uzatıp, bütçemiz nispetinde kayda değer sadakalar vermeliyiz.
Kaynak: Semerkand Dergisi, Mart 2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Elhamdülillah Alâ Külli Hal

" Elhamdülillah Alâ Külli Hal - Her Halimiz İçin Allah'a Hamdolsun" SEN'den gelene, gelmeyene; Ne şekilde belirlemişsen kaderime, bu oyundaki biçtiğin rolüme, yürekten kocaman bir EYVALLAH ! .. Hz.Mevlana (ks)  

Kıymet Bilene

"Sevdiğin şeylerin sorumluluğunu almazsan, onları kaybedersin..."  Üstün Dökmen

Hubb-ı câh nedir?

Hubb-ı câh, şeytanın kalbe bulaştırdığı bu yedi hastalığın en masum görüneni, en sinsi ve hızlı büyüyeni, bu nedenle de galiba en tehlikelisi. Kabaca “makam sevgisi” diye çevrilen hubb-ı câh’taki “câh”, aslında “dünyevî menfaat, üstünlük ve itibar, insanların teveccühüne mahzar olmayı sağlayan şey” demektir. Böyle bir itibar genellikle idari, siyasi, ilmi bakımdan yüksek bir mevkide bulunmakla kazanıldığından, câh, zamanla “mevki, makam, rütbe” anlamına kullanılır olmuştur. Nitekim bazı kaynaklarda hubb-ı câh yerine, “yönetme, baş olma, liderlik tutkusu” anlamına gelen “hubb-ı riyâset” tabiri tercih edilir. Bu tabirlerdeki “hubb” kelimesiyle de “bir şeye ölçüyü kaçıracak tarzda ihtirasla yönelme”nin kastedildiğini söyleyip hubb-ı câh’ı şöyle tanımlayalım: Sırf insanlar nazarında itibar kazanmak, uhrevî olmayan menfaatler elde etmek için bir mevki ya da makama gelmeyi istemek, bunun için her yolu mübah görmek. Hubb-ı câh, “zühd” dediğimiz, “insanı Allah Tealâ ile meşgul olmak...