Ana içeriğe atla


~Rahmet Kapısında~

“Mümin, günahını üzerine düşecek bir dağ gibi gözünde büyütür. Münafıksa, günahını burnuna konmuş bir sinek gibi küçük görür.” (Buharî)
Önemli bir hata yapmış, sonra da içtenlikle pişman olmuş bir yakınımızı düşünelim. Onun üzüntülü haline biz de içleniriz. Yaşadığı pişmanlık hali, ahı vahı kalbimizi yumuşatır. Bu kişinin hatası bize karşı ise af dilediğinde yumuşar, ziyadesiyle duygulanırız. Aslında sevdiklerimize karşı kırgınlıklarımız, öfkelerimiz çoğunlukla sadece bir özür dileme sözü bekler. Güneş gören kar gibi erir gider bir anda.
Bütün bunlar insanlar arasında pişmanlığın, özür dilemenin ne kadar güzel duygulara yol açtığını gösterir. Bir de rahmeti her şeyi kuşatmış olan, bizi çok seven Rabbimizin, bir kulu hüzünle başını öne eğdiğinde ona nasıl merhamet edeceğini, bu duruma nasıl sevineceğini düşünelim.
Bir hadis-i şerifte, bir kul tevbe ettiğinde Allah Tealâ’nın, yiyecek ve içeceklerini yüklediği bineğini çölde kaybetmiş bir adam çaresiz ölümü beklerken bineğini bulduğunda nasıl sevinirse o kadar sevindiği bildirilmiştir. (Buharî)
Yüce Rabbimiz bizim kusurlu olduğumuzu, yanlışa düşmeye temayüllü olduğumuzu bilmektedir. Bizi böyle yaratmasında pek çok hikmet vardır.
Melekler gibi yaratılmadık. İnsan isyan eder, taşkınlık yapar. Ama tevbe de eder. İşte bu nokta çok önemlidir. Tevbe ilâhi rahmetin tecellilerine yol açar. Peygamberimiz s.a.v. bu konuda şöyle buyurmuştur:
“Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz Allah sizi helâk eder de yerinize günah işleyip sonra da tevbe edecek bir kavim yaratırdı.” (Müslim)
İşlediğimiz günahların çokluğu bizi ümitsizliğe düşürmemelidir. Ne kadar günah işlersek işleyelim Allah’ın rahmeti bizim günahlarımızdan daha büyüktür. Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz s.a.v., günahından tevbe edenin hiç günah işlememiş gibi olacağını müjdelemiştir. (İbn Mâce)
~Tevbenin kabulü için~
Tevbemizin kabul edilmesinin bazı şartları vardır. İmam Kuşeyrî rh.a. bu konuda şu üç şart saymıştır:
• Pişman olmak,
• Günahı terk etmek,
• Günaha tekrar dönmemeye kesin karar vermek.
Pişmanlık tevbenin birinci şartıdır. Kalpte bir üzüntü duymadan, sadece dille istiğfar etmek, Cenab-ı Mevlâ’dan özür dilemek yeterli değildir. Kişi günahını düşünmeli, mahcup olmalıdır. Günahları küçük görmek çok tehlikelidir. Hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:
“Mümin, günahını üzerine düşecek bir dağ gibi gözünde büyütür. Münafıksa, günahını burnuna konmuş bir sinek gibi küçük görür.” (Buharî)
Tevbe ettiğimizde Allah’a karşı işlediğimiz suçlardan arınırız. Ancak kullara karşı işlediğimiz suçlar için helallik almamız gerekir. Bu sebeple Allah dostları tevbe ettikten sonra kul haklarını ödemeye büyük önem vermiştir. Kılınmayan namazların ve tutulmayan oruçların kazası da gereklidir.
~Tevbede acele etmek~
Şeytan, bugün edersin, yarın edersin diyerek bizi kandırır, tevbeyi erteletir. Halbuki ölümün ne zaman geleceği belli değildir. Allah’ın kalbimize pişmanlık duygusu nasip etmesi de her zaman ele geçecek bir fırsat değildir. Diğer taraftan yanlışta ısrar etmek hidayet nurları yerine dalalet oklarını üzerimize çeker. Tevbe gittikçe zorlaşır, uzaklaşır.
Rahmet Peygamberi s.a.v. gece günah işleyenlere sabaha kadar, gündüz günah işleyenlere akşama kadar tevbe etmelerini tavsiye etmiştir (Müslim). Hatta akşama kadar yaşayacağımız veya sabaha çıkabileceğimiz bile şüphelidir. Müslümana yakışan, ilk fırsatta tevbe etmektir.
Pişman olup günahımızdan vazgeçmekte acele ettiğimiz gibi, kusurumuzu telafi etmek için bir hayır işlemekte de geç kalmamalıyız. Rahmet Peygamberi s.a.v. şöyle müjdelemiştir:
“Bir kötülük yaptığın zaman, peşinden bir iyilik yap ki onu temizlesin. Gizli işlediklerin için gizli, açık işlediklerin için açık iyilik yap.” (Tirmizî)
~Günahları gizlemek~
Yüce Rabbimiz o kadar merhametlidir ki, bizim insanlardan sakladığımız, utandığımız günahları bizim yüzümüze vurmaz. Bu konuyla ilgili şu birkaç hadis-i şerifi zikredelim:
“Günahlarını açıklayanlar hariç, bütün insanlar affedilmiştir. Biri geceleyin bir günah işler, Allah günahını örter. Sabah kalkınca Allah’ın örttüğü perdeyi açar ve günahını açıklarsa işte bu affedilmez.” (Buharî)
“Amellerin kaydedildiği defterler üç çeşittir. Birinci defterdekiler affedilir, ikinci defterdekiler affedilmez, üçüncü defterdekiler silinmez. Affedilen defterde kulla Allah arasındaki günahlar vardır. Affedilmeyen defterde şirk yazılıdır. Silinmeyen defterde kullara yapılan zulümler kayıtlıdır.” (Ahmed b. Hanbel)
“Kul tevbe edince, Allah işlediği günahları meleklere unutturur. Hesap günü aleyhinde şahitlik edemesinler diye organlarına, günahın işlendiği mekâna ve semaya da unutturur.” (Suyutî)
~Şeytana inat~
Şeytan, biz pişman oldukça Allah’ın bizi affedeceğini bilmektedir. Bu sebeple bizi usandırmak veya ümitsizliğe düşürmek ister. Kalbimize şüphe ve tereddüt vererek, sürekli günahlara geri döndüğümüzü, tevbelerimizin kabul edilmeyeceğini fısıldar. Bu oyuna gelmemeliyiz. O ısrar ettikçe biz de ısrar etmeli ve tekrar tekrar tevbe etmeliyiz.
Günah arzusundan kurtulmak zordur. Bu da şeytanın önemli kozlarındandır. Bize günaha karşı koyamayacağımız hissi vererek, arzularımızı gözümüzde büyütür. Pes etmemizi ister. Oysa Yüce Rabbimiz hiçbir kuluna kaldırmayacağı yük yüklemez. Emir ve tavsiyelerine uymaya çalışan kullarına da kolaylık sağlar. Ebu Muhammed Sehl rh.a., bu konuda şöyle demiştir:
“İnsanda arzu ve isteklerin bulunması fıtratın bir gereğidir. Günaha karşı arzu oluştuğunda insanın yapması gereken; kalbiyle halini Mevlâ’ya arz etmek, gelen düşünceyi kötü görmek ve nefsini de devamlı kötü görmeye zorlamaktır.”

Mükerrem METE / Semerkand Dergisi 2011
Fotoğraf: ~Rahmet Kapısında~
Mükerrem METE / Semerkand Dergisi 2011
“Mümin, günahını üzerine düşecek bir dağ gibi gözünde büyütür. Münafıksa, günahını burnuna konmuş bir sinek gibi küçük görür.” (Buharî)
Önemli bir hata yapmış, sonra da içtenlikle pişman olmuş bir yakınımızı düşünelim. Onun üzüntülü haline biz de içleniriz. Yaşadığı pişmanlık hali, ahı vahı kalbimizi yumuşatır. Bu kişinin hatası bize karşı ise af dilediğinde yumuşar, ziyadesiyle duygulanırız. Aslında sevdiklerimize karşı kırgınlıklarımız, öfkelerimiz çoğunlukla sadece bir özür dileme sözü bekler. Güneş gören kar gibi erir gider bir anda.
Bütün bunlar insanlar arasında pişmanlığın, özür dilemenin ne kadar güzel duygulara yol açtığını gösterir. Bir de rahmeti her şeyi kuşatmış olan, bizi çok seven Rabbimizin, bir kulu hüzünle başını öne eğdiğinde ona nasıl merhamet edeceğini, bu duruma nasıl sevineceğini düşünelim.
Bir hadis-i şerifte, bir kul tevbe ettiğinde Allah Tealâ’nın, yiyecek ve içeceklerini yüklediği bineğini çölde kaybetmiş bir adam çaresiz ölümü beklerken bineğini bulduğunda nasıl sevinirse o kadar sevindiği bildirilmiştir. (Buharî)
Yüce Rabbimiz bizim kusurlu olduğumuzu, yanlışa düşmeye temayüllü olduğumuzu bilmektedir. Bizi böyle yaratmasında pek çok hikmet vardır.
Melekler gibi yaratılmadık. İnsan isyan eder, taşkınlık yapar. Ama tevbe de eder. İşte bu nokta çok önemlidir. Tevbe ilâhi rahmetin tecellilerine yol açar. Peygamberimiz s.a.v. bu konuda şöyle buyurmuştur:
“Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz Allah sizi helâk eder de yerinize günah işleyip sonra da tevbe edecek bir kavim yaratırdı.” (Müslim)
İşlediğimiz günahların çokluğu bizi ümitsizliğe düşürmemelidir. Ne kadar günah işlersek işleyelim Allah’ın rahmeti bizim günahlarımızdan daha büyüktür. Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz s.a.v., günahından tevbe edenin hiç günah işlememiş gibi olacağını müjdelemiştir. (İbn Mâce)
~Tevbenin kabulü için~
Tevbemizin kabul edilmesinin bazı şartları vardır. İmam Kuşeyrî rh.a. bu konuda şu üç şart saymıştır:
• Pişman olmak,
• Günahı terk etmek,
• Günaha tekrar dönmemeye kesin karar vermek.
Pişmanlık tevbenin birinci şartıdır. Kalpte bir üzüntü duymadan, sadece dille istiğfar etmek, Cenab-ı Mevlâ’dan özür dilemek yeterli değildir. Kişi günahını düşünmeli, mahcup olmalıdır. Günahları küçük görmek çok tehlikelidir. Hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:
“Mümin, günahını üzerine düşecek bir dağ gibi gözünde büyütür. Münafıksa, günahını burnuna konmuş bir sinek gibi küçük görür.” (Buharî)
Tevbe ettiğimizde Allah’a karşı işlediğimiz suçlardan arınırız. Ancak kullara karşı işlediğimiz suçlar için helallik almamız gerekir. Bu sebeple Allah dostları tevbe ettikten sonra kul haklarını ödemeye büyük önem vermiştir. Kılınmayan namazların ve tutulmayan oruçların kazası da gereklidir.
~Tevbede acele etmek~
Şeytan, bugün edersin, yarın edersin diyerek bizi kandırır, tevbeyi erteletir. Halbuki ölümün ne zaman geleceği belli değildir. Allah’ın kalbimize pişmanlık duygusu nasip etmesi de her zaman ele geçecek bir fırsat değildir. Diğer taraftan yanlışta ısrar etmek hidayet nurları yerine dalalet oklarını üzerimize çeker. Tevbe gittikçe zorlaşır, uzaklaşır.
Rahmet Peygamberi s.a.v. gece günah işleyenlere sabaha kadar, gündüz günah işleyenlere akşama kadar tevbe etmelerini tavsiye etmiştir (Müslim). Hatta akşama kadar yaşayacağımız veya sabaha çıkabileceğimiz bile şüphelidir. Müslümana yakışan, ilk fırsatta tevbe etmektir.
Pişman olup günahımızdan vazgeçmekte acele ettiğimiz gibi, kusurumuzu telafi etmek için bir hayır işlemekte de geç kalmamalıyız. Rahmet Peygamberi s.a.v. şöyle müjdelemiştir:
“Bir kötülük yaptığın zaman, peşinden bir iyilik yap ki onu temizlesin. Gizli işlediklerin için gizli, açık işlediklerin için açık iyilik yap.” (Tirmizî)
~Günahları gizlemek~
Yüce Rabbimiz o kadar merhametlidir ki, bizim insanlardan sakladığımız, utandığımız günahları bizim yüzümüze vurmaz. Bu konuyla ilgili şu birkaç hadis-i şerifi zikredelim:
“Günahlarını açıklayanlar hariç, bütün insanlar affedilmiştir. Biri geceleyin bir günah işler, Allah günahını örter. Sabah kalkınca Allah’ın örttüğü perdeyi açar ve günahını açıklarsa işte bu affedilmez.” (Buharî)
“Amellerin kaydedildiği defterler üç çeşittir. Birinci defterdekiler affedilir, ikinci defterdekiler affedilmez, üçüncü defterdekiler silinmez. Affedilen defterde kulla Allah arasındaki günahlar vardır. Affedilmeyen defterde şirk yazılıdır. Silinmeyen defterde kullara yapılan zulümler kayıtlıdır.” (Ahmed b. Hanbel)
“Kul tevbe edince, Allah işlediği günahları meleklere unutturur. Hesap günü aleyhinde şahitlik edemesinler diye organlarına, günahın işlendiği mekâna ve semaya da unutturur.” (Suyutî)
~Şeytana inat~
Şeytan, biz pişman oldukça Allah’ın bizi affedeceğini bilmektedir. Bu sebeple bizi usandırmak veya ümitsizliğe düşürmek ister. Kalbimize şüphe ve tereddüt vererek, sürekli günahlara geri döndüğümüzü, tevbelerimizin kabul edilmeyeceğini fısıldar. Bu oyuna gelmemeliyiz. O ısrar ettikçe biz de ısrar etmeli ve tekrar tekrar tevbe etmeliyiz.
Günah arzusundan kurtulmak zordur. Bu da şeytanın önemli kozlarındandır. Bize günaha karşı koyamayacağımız hissi vererek, arzularımızı gözümüzde büyütür. Pes etmemizi ister. Oysa Yüce Rabbimiz hiçbir kuluna kaldırmayacağı yük yüklemez. Emir ve tavsiyelerine uymaya çalışan kullarına da kolaylık sağlar. Ebu Muhammed Sehl rh.a., bu konuda şöyle demiştir:
“İnsanda arzu ve isteklerin bulunması fıtratın bir gereğidir. Günaha karşı arzu oluştuğunda insanın yapması gereken; kalbiyle halini Mevlâ’ya arz etmek, gelen düşünceyi kötü görmek ve nefsini de devamlı kötü görmeye zorlamaktır.”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Elhamdülillah Alâ Külli Hal

" Elhamdülillah Alâ Külli Hal - Her Halimiz İçin Allah'a Hamdolsun" SEN'den gelene, gelmeyene; Ne şekilde belirlemişsen kaderime, bu oyundaki biçtiğin rolüme, yürekten kocaman bir EYVALLAH ! .. Hz.Mevlana (ks)  

Kıymet Bilene

"Sevdiğin şeylerin sorumluluğunu almazsan, onları kaybedersin..."  Üstün Dökmen

Hubb-ı câh nedir?

Hubb-ı câh, şeytanın kalbe bulaştırdığı bu yedi hastalığın en masum görüneni, en sinsi ve hızlı büyüyeni, bu nedenle de galiba en tehlikelisi. Kabaca “makam sevgisi” diye çevrilen hubb-ı câh’taki “câh”, aslında “dünyevî menfaat, üstünlük ve itibar, insanların teveccühüne mahzar olmayı sağlayan şey” demektir. Böyle bir itibar genellikle idari, siyasi, ilmi bakımdan yüksek bir mevkide bulunmakla kazanıldığından, câh, zamanla “mevki, makam, rütbe” anlamına kullanılır olmuştur. Nitekim bazı kaynaklarda hubb-ı câh yerine, “yönetme, baş olma, liderlik tutkusu” anlamına gelen “hubb-ı riyâset” tabiri tercih edilir. Bu tabirlerdeki “hubb” kelimesiyle de “bir şeye ölçüyü kaçıracak tarzda ihtirasla yönelme”nin kastedildiğini söyleyip hubb-ı câh’ı şöyle tanımlayalım: Sırf insanlar nazarında itibar kazanmak, uhrevî olmayan menfaatler elde etmek için bir mevki ya da makama gelmeyi istemek, bunun için her yolu mübah görmek. Hubb-ı câh, “zühd” dediğimiz, “insanı Allah Tealâ ile meşgul olmak...