Dikkat ettiniz mi bilmem; ekseri
çocuklar yaşadığı hayatı sevmez, bıkkın dolaşırlar. Sorsak, “Nedir
derdin?” Çevresini sevmiyordur.
Anne-babasından şikâyetçidir. Her çocuk
melek makamında doğar. Bu sebepten derim ki; hayırsız çocuk yoktur,
Allah hayırlı ana-baba versin.
Bir gün Sultanahmet Camii imamı Gönenli
Mehmed Efendi ile Sultanahmet’te yürüyorduk. Hoca, bir fakir gördü.
Hatırlıyorum, meşin uzun bir cüzdanı vardı. Cüzdanını açtı, bütün
parasını fakire verdi. “Ben onları İslam’a ısındırmak için yapıyorum.”
dedi. Trende kadınlara, subaylara yer verirdi. “Bizim vazifemiz sadece
İslamiyet’i anlatmak değil, İslamiyet’i sevdirmek de.” derdi.
İslamiyet, herkesten önce çocuklara
sevdirilmelidir. Çocuğun İslamiyet’i sevmesi için de evvela ebeveynini
sevmesi lazım. Mesela kızıma veya oğluma gittiğimde, hemen torunlarıma
derim ki, “Soracağın, söyleyeceğin bir şey var mı? Ben seninle
konuşmaktan çok zevk alıyorum.” Böyle yapmakla ona alaka gösteriyorum.
Sohbetin sonunda küçük de bir harçlık veriyorum. Çok memnun oluyorlar.
Kız torunlarıma “tesettürünüze dikkat edin” demiyorum, “namaz kılın”
demiyorum, “ilmihal okuyun” demiyorum. Sadece imani meselelerden
bahsediyorum. Asla öğüt vermiyorum, hatasını söylemiyorum. “Bu insanı
nereden yakalayabilirim?” Bunu düşünüyorum. “Sen çok sağlam adımlarla
gidiyorsun.” diyorum. Onu kırmamaya çalışıyorum. Onları tenkit etsem, o
günden sonra bir daha yanıma gelmezler…
Kızım diyor ki; “Baba, bu çocuklar seninle konuştuğu kadar bizimle konuşmuyor.” Çocuğun ilk ihtiyacı, adam yerine konulmaktır.
Yaz tatilinde aile, sıcak şehre gitmiş.
Orada denize girmişler. Sonra anne, kızına nasihat ediyor. “Evladım, biz
Müslüman’ız. Tesettür şöyledir…” Ne kadar komik! En iyi tebliğ,
yaşayarak yapılan tebliğdir. Hiç kimse nasihat dinlemek istemez. Çünkü
nasihat, nefse ağır gelir. Öyleyse susabildiğimiz kadar susalım,
İslamiyet’i yaşayabildiğimiz kadar yaşayalım. Zaten çocuğa bak ailesini
tanı, derler. Çocuk temizse ailesi temizdir. Çocuk bilgiliyse ailesi
bilgilidir. Çocuk derslerinde başarılıysa ailesi ona yardım ediyordur.
Çocuk piyano çalıyorsa ailesinden bir fert, müzisyendir. Çocuk sigara
içiyorsa ailesinde sigara içenler vardır.
Misaller gösteriyor ki; çocuk, ailesinin vitrinidir.
Şimdi yarıyıl tatili… Çocuk hareket
ister, eğlence ister. Top alalım, eşofman alalım, top oynasın. Bu
hareketimizle çocuğu kendimize bağladık. Öğle namazına giderken “haydi
çocuğum, seninle camiye gidelim” dersek, toptan memnun olan çocuk camiye
de gelir. Camide arka safta yerimizi alırız. Çocuk da yanımızda olsun. O
sırada çocuk kulağımıza fısıldıyor; “Benim abdestim yok.” Şadırvanı
işaret ediyoruz. Camiden çıkıp gidiyor. Abdest alıyor almıyor, sormamak
lazım. Onun “abdestim yok” demesi dünyalara değer… Nasıl ki çocuk, yemek
yiyince vitamini hissetmez amma vücut o vitamini alır. Aynı şekilde
camiye giren çocuk hiçbir şey yapmasa da o manevi havayı alır.
Şimdi birisi der ki; “Benim param yok,
zamanım yok, çocukla böyle uğraşamam.” Günler çabuk geçer, çocuk 20
yaşına gelir, ebeveynin şikâyetleri çoğalır… O zaman ebeveyne sormak
lazım, çocuğuna ne verdin ki ondan ne istiyorsun?
~
Hekimoğlu İsmail
|
"Allah (c.c) yolunda en büyük sermaye iman ve sevgidir. Bir şeye inanmayan onu sevemez; sevemeyen, sevdiğine hizmet edemez. Bu yol, sevgiyle başlar, sabırla devam eder.Hak yolunda sabırsız yol alınmaz...Usulünce gidilmezse, hedefe varılmaz...."
Yorumlar